İhsan Oktay Anar‘la tanışmam çok tesadüfi olmuştu. Sene 2007 civarıydı. Kuzenle bilgisayarın başında komik video izleyip bağıra bağıra gülerken abisi gelip bana bir kitap göstermişti ve şöyle demişti: “Bu kitabı eline alan bi hafta geçmeden bitirdi”. Aldım kitabı elime “Puslu Kıtalar Atlası”; “İhsan Oktay Anar”. Ne kitabın adı ne yazarı kafamda bişi canlandırdı. E cahil dönemimiz tabi gençlik yılları. Pek sallamadım açıkçası. Bir gün kitap alırken gözüme çarptı bu kitap. E hadi aliyim nasil bişimiş bakarım dedim. Yaz tatiliydi. Açtım biraz okudum, sonra biraz daha okudum. Hayır işin kötüsü bırakamıyordum da. Bi insan ancak bu kadar akıcı yazabilirdi. Aldı götürdü beni. Ertesi günün akşamı kitap bitmişti; ben oturur vaziyette üstümde pantolonla falan uyuyakalmıştım. Kitap nasıl bir etki bıraktıysa artık. Evet o günden sonra benim hayatımın kitabı olmuştu “Puslu Kıtalar Atlası”. Öyle içime işledi ki kitap bi hafta etkisinde gezdim. “Felsefe ne gereksiz bişi yeağğ” diye dolaşırken her şey bi anda mantıklı gelmeye başladı. O günden sonra dedim ki bu üstadın bütün kitaplarını okumalıyım. Ama pusludaki etkiyi bulamam diye de korkmuştum. Endişelerim beyhudeymiş.

İhsan Oktay Anar herkeste aynı etkiyi bırakmıyor maalesef. Ben abarttım belki. Nadiren insanlara kitap öneririm. Çünkü az okuyan insan her okuduğu kitabı önerir ya ben de bir az okuyan olarak bu imajımı gizlemek isterim-itiraf.com-. Ama önerdiğim insanların kimisi sıkılıp yarıda bıraktı. Kimileri de bi haftaya kalmadan bitirdi cidden. Herkes sevecek diye bi kural yok tabi.

Sene içinde ödevdi projeydi vizeydi finaldi derken kitap okumak için geniş vakit olmuyordu. Ben de İhsan üstadın kaleminden çıkanları böyle sıkışık bir temponun içinde okumak istemiyordum. Çünkü eline alınca insan bitirmeden bırakmak istemiyor. Ama benim böyle vaktim ancak tatillerde olabiliyordu. Bu yüzden sene içinde daha geniş periyotlarda okunabilen kitaplar-o nasıl bir kavramsa- okuyup tatilde İhsan Oktay Anar’a yöneliyordum. 2. okuduğum kitabı Efrasiyab’ın Hikayeleri idi. O da yine müthiş bir eserdi ki İhsan ustanın dili, oyunları, sanatları acayip güzeldi.

Efrasiyab’ın arkasına Amat’ı okudum. Hani korku filmi izlenir adam böh der zıplarız yerimizden korkarız falan. Ama insan okuduğu yazıdan nasıl dehşete düşebilir ki veya nasıl dehşete düştüğü anda kahkaha atarak gülebilirdi. Yazın ile gayet ilginç oyunlar yapılabileceğini gösterdi Amat. İhsan Oktay Anar felsefeci olmasına felsefeci ama müthiş bir kültürü var. Mesela Amat’ta kullandığı denizcilik terimlerini benim diyen tarihçiler bilmez-abarttım tamam-. Amat da çok etkileyiciydi. Öpüp rafa, diğer İhsan Oktay Anar kitaplarının yanına kaldırdım.

Daha sonra  Kitabül Hiyel’e başladım. Külliyatının en ince kitabı bu idi. Çarçabuk bitti bu zaten. Tadı hala damağımdadır. İhsan Oktaya Anar tek dalda değil birçok dalda engin bilgiye sahip olduğunu göstermiştir. Çünkü Hiyel mekanik ilmi demekti ve kitapta Osmanlı dönemindeki salt mühendislik harikası buluşlar anlatılıyordu. Üstüne üstlük hepsinin çizimi ve ayrıntlı anlatımları vardı. Sonradan öğrendim ki bu el çizimlerinin hepsi İhsan Oktay Anar’a aitmiş. Bi insan daha ne kadar yetenekli olabilirdi ki.

Kitabül Hiyel’den sonra İhsan ustaya devam etmeye vakit olmadı. Suskunlar’ı da arkadaşa vermiştim. Kısmet bu yazaymış. Geçen gün aldım Suskunlar’ı bir başladım; aynen o ilk Puslu Kıtalar Atlası’na başladığımda yarattığı etkiyi yaptı. Tam kalpten vurdu. Zaten Mevlana’nın şu sözüyle başlıyordu: “Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür” Daha nolsun ilk sayfadan vurmuştu İhsan Oktay usta. Bugün de bitti kitap. Son cümlesiyle de ayrı vurdu.Yazın sanatının artık zirvesinde olduğunu gösterdi İhsan usta artık. Yeri geldi karnım ağrıyana kadar güldürdü. Tabi bu esnada sadece gemicilik terimleri, sadece mühendislik terimleri değil aynı zamanda musiki alanında da derin bilgisini gösterdi üstad.

Şu an bu satırları ney eşliğinde yazıyorum. İhsan Oktay Anar’ın kıymetini bilelim. Onunla aynı dönemde yaşayıp canlı canlı eserlerine şahit olabilmek büyük bir lütuftur. Her kitabında kendini biraz daha aşıyor, geliştiriyor, araştırıyor, yazıyor. Daha nice kitaplarını okuyabilmek dileğimle.

Suskunlar‘dan birkaç kuple paylaşayım lakin okumadıysanız burdan sonrasına devam etmeyin:

  • Mevlevihane’de Şeyh İbrahim Dede:”Bazıları var ki buraya gelir ve huzur bulur, yine bazıları var ki buraya gelir ve bizler onda huzur buluruz”.(123)

  • Hiç kimseye kötüdür deme. Aslında onlar bilmeden iyilik eden insanlardır.(123)

  • Kin şeytanın kahkahasıdır.(132)

  • Her şeyi bilmek için belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. Çünkü onlara göre ancak hiçbir şey bilmeyen bir masum, gördüğü anda O’nu tanıyabilirdi. Bunun için belki de ölmeden önce ölmek gerekiyordu.(139)

- Kusur benim imzamdır. Bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı.(141)

  • Mükemmellikle güzellik aynı şey değildir.(157)

  • Çirkin bir şeyi güzel yapmak mümkündür ama mükemmel bir şeyi güzel kılmak çok daha zahmetli bir iştir.(157)

  • Hakikat’i gören bir göz artık başka bir şeyi göremez.(165)

  • Bu süssüz şatafatsız odada insan, gözleri açıkken değil, ancak kapalıyken daha çok görebilirdi.(211)

  • Her musiki sesin değil de, aslında sessizliğin bir taklidi.(231)

  • Musiki sessizliğe ne kadar yakınsa, o kadar da mükemmel olur.(231)

  • Ve sessizliği sessizce dinleyenlerden oldu.

  • Belki de susmak gerçeği anlatmanın tek yoluydu.(269)

  • Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür